Quando ci vedremo Bologna? *

Yeni yılın ilk günlerinden beri, aklıma İtalya’nın “Kızıl Kenti” Bologna düştü. “Aklıma düşen yazıya da düşsün.” dedim ve aklıma gelenleri notlar halinde yazmaya karar verdim.

Bologna gidip görmenin aklımın ucundan geçmediği bir kentten, “Kampanyalı bilet varken bir yere gitmemek günah olur!” şeklindeki yola çıkışım sonucunda, tekrar gitmek istediğim, arada bir özlemi burnumun ucunu sızlatan kente dönüştü. Galiba İtalyan kentlerine zaafım azalacağına artıyor!

2014′ ün son ayının ortalarında, Aralık ayına yakışır gri gökyüzünün altında ama tamamen alakasız ılık havada bir elimde tekerlekli kabin boyutu valizim, bir elimde harita uygulaması açık cep telefonumla, Bologna Central tren istasyonunda kalacağım yeri bulmayla başlayan Bologna keşfim daha ilk saatte, başka bir yabancıya tren istasyonunu tarif etmemle kentten gelip geçen bir yolcu olamayacağımı işaret ediyor sanki.

Bu rengi kadar sıcak İtalyan kentinde bir kaç günü o sokak senin bu sokak benim fıldır fıldır dolaşarak, “ee biraz da karşı porticodan yürüyeyim” diyerek, makarna, pizzanın peşine düşüp karbonhidrat birikimimi gelecek günlere sağlam bir şekilde hazırlayarak geçiriyorum. Kafamda bir gezi planı yok, mutlaka görmeli, yapmadan dönme listem de yok. Bologna’ya gelişim de böyle bir plan ya da arzu nedeni ile olmadığı için komik bir şekilde özgür hissediyorum, sanki buradan hiç ayrılmayacakmışım gibi…

Bologna Avrupa’da en iyi korunmuş ortaçağ şehirlerinden biri olarak biliniyor. Avrupa’daki en eski üniversite burada yer alıyor, hem de Dante, Erasmus ve Kopernik gibi mezunları olan bir üniversite.

Kentin en turistik mekanı Piazzo Maggiore (Maggiore Meydanı). Meydanın etrafında Palazzo Re Enzo, Palazzo del Podesta, Palazzo dei Banchi gibi yapılar yer almış, ünlü Neptün Çeşmesini merkezine alan Piazzo Neptüne ile yan yana. Tipik bir Ortaçağ Meydanı.

Yine bu meydanda dünyanın en büyük kiliselerinden olan San Petronio Bazilikası bulunuyor ve maalesef yapının büyük bir kısmının restorasyonda olduğunu görüyorum. İlk önce bazilika içerisinde de restorasyon olduğunu sanıp üzülüyorum çünkü burada bulunan bir duvar resmini merak ediyorum. Neyse içeride bir tadilat yok.

20160119_012157

Söz konusu duvar resmi 15. yüzyılda Giovanni da Modena tarafından yapılmış. Dante Alighieri’nin İlahi Komedya’ (Divina Commedia) sının Cehennem (inferno) bölümü Hz. Muhammed’in de içinde olduğu şekilde tasvir edilmiş. Bu sebeple geçmiş yıllarda bazilikaya saldırılar olmuş. Giriş ücretli ve fotograf çekmek yasak.

Bologna’nın bir başka sembolü olan Due Torri Asinelli’s kuleleri. Bunlardan uzun olanı ve hatta ülkenin 4. yüksek kulesi olduğu söyleneni Asinelli’ye,  sanırım kentteki ikinci günümde, çıkmaya karar veriyorum. 498 basamak olduğu rivayet edilen ancak benim için sonsuza kadar 44498 basamak olarak kalacak olan bu kuleye tırmanıyorum. Kendime gelene kadar dönüp manzaraya bakamıyorum, ancak en nihayet baktığımda kendimi tebrik ediyorum. Kapalı ve puslu havaya rağmen kırmızılı turunculu sarılı bu eski kente bakmak tüm yorgunluğumu alıyor. Gerçi akşam otelde bacaklarımın ağrısından mızırdanırken bu an aklıma gelmiyor!

12.yy-13 yy’lar arasında şehrin en zengin ailelerinin prestijlerini sergilemek için  yaptırdığı rivayet olan ve savaş zamanında şehri gözlemek ve savunmak için kullanılan 200 kuleden bugüne eğik de olsa ulaşabilmiş Asinelli’s kuleleri.  Şimdi düşünüyorum da iyi ki o kadar basamağın gözümü korkutmasına izin vermemişim.

Aslında Bologna denilince meydanlardan ve kulelerden önce, kent mimarisi ya da kent imajı olarak akla gelen ilk şey, arkadlar ya da revaklar ya da burada daha çok kullanılan tanımıyla porticolar. Sırtı bağlı bulunduğu binaya dayalı, ön cephesi açık, üstü örtülü ve örtüsü sütunlarla, vb. yapı elamanlarıyla taşınan mekanlar olarak şöyle bir açıklayabileceğim bu yapılar yaklaşık 38 km boyunca devam ediyor eski kentte ve UNESCO Dünya Mirası Koruma Listesinde. Kolay değil Orta Çağ’dan günümüze kadar ayakta kalmış. Kiminin kemerleri fresklerle süslü, kimi oymalı işli…
Hal böyleyken kentin en uzun porticosunda da yürümek kaçınılmaz. Güneşli bir sabaha denk gelmiş olma şansıyla beraber 3,5 kilometrelik San Luca Portiticosu’nu tırmanarak aynı isimli kiliseye ulaşıyorum. Ulaşıyorum derken bu yürüyüş o kadar kolay değildi söylemek zorundayım. Otelden çıktıktan sonra eski kentin dışına yürüyüp bulup bulacağım en uzun güzergahtan portikonun başlangıcına varıyorum ve zaten 3,5 kilometrenin başlangıcından itibaren sonuna kadar hep bayır yukarı yürüyorum. Yol boyunca gayet seri bir şekilde yürüyen yaşlı başlı hanımlardan beylerden, koşuculara, pek çok insan beni sollayıp geçiyor! Bu kadar yorgunluğa değiyor mu? Kesinlikle. Kilise öyle çok çok özel bir bina değil. Manzara için “ben ne manzaralar gördüm pehh” denilebilir. Ama yürüyüşün kendisi  bile tek başına yeterli geliyor. Dükkanını açan, işine giden, köpeğini gezdiren, yürüyüş yapan, tarihle yoğurulmuş kentte kendi kişisel tarihlerini yaşayarak yazan, benim gibi bizler gibi insanlarla beraber, kah ışığın vurduğu, kah gölgelerin düştüğü uzun ve güzel bir yolculuğu yaşıyorum…
Yokuş aşağı kolaylıkla tamamladığım geri dönüşü kent merkezine kadar yaya olarak devam ettiremeyeceğimi anladığımda ilk duraktan merkeze giden bir otobüse atlıyorum. Okulların dağılma saati sanırım. Ergenlik yaşlarında olduklarını tahmin ettiğim bir sürü öğrenciyle beraber tek kelime anlamadığım gürültülü konuşmalar, gülüşmeler kıkırdaşmalar eşliğinde aslında insanların temelde aynı olduğunu düşünüyorum. Kendi ülkemde ve başka ülkelerde gördüğüm çocuklar, gençler başka başka görünse, başka başka yaşasa da gözlerinde hep aynı pırıltı, seslerinde hep aynı cıvıltı var. Piazzo Maggiore’ye yakın bir durakta iniyorum.
Piazzo Maggiore’de Neptün Çeşmesini arkama alıp San Petronio Bazilikası’nın bana göre sağına doğru yürüdüğümde Pescherie Vecchie sokağı çevresi olan Ouadrilatero denilen bir bölgeye ulaşıyorum. Buradaki  daracık sokaklarda sokak pazarı var. Balıkçılar, peynirciler, manavlar, şarküteriler…geç saate kadar açık, gezmesi gündüz ayrı akşam ayrı keyifli, bir şey almasanız da olur ambiyansı yeter!
OLYMPUS DIGITAL CAMERA

Aslında Bologna sevilesi pek çok özelliğe ve alternatife sahip. Dolayısıyla kente biraz ısınmış, biraz bağ kurabilmiş olmam bile sevmem için yeterliydi. İlk günden itibaren de sevdim zaten. Ancak Via Ugo Bassi’ye cepheli porticodaki gazete büfesinin yanındaki tezgahtan aldığım sıcacık kestaneleri atıştırken, Piazzo Neptüne yönüne, akşam ve hafta sonu etkisiyle kalabalıklaşan cadde boyunca, uzaktan gelen müzik sesine doğru yürürken tek bir kestanenin damağımda bıraktığı lezzeti hayatım boyunca unutmayacağım. Sanki tüm bu seyahat, bu güzel kent, yorgunluğuyla, keyfiyle, merakıyla, sevinciyle, şaşkınlığıyla o andaydı. Bologna unutulmazdı…

*Ne zaman görüşeceğiz Bologna?